Pazar, Temmuz 04, 2010

küçükken,

oyuncak insanlarım vardı. ufak, plastik insanlar.

kurgusal dünyaları vardı. bir çocuk kendini ne kadar tanrı hissedebilir; bana bunu düşündürür hep.
plastik bir dünyaya hükmederdim ben de, plastik insanlarıma.

arabaları, evleri, hatta işleri vardı.
bazıları sokakta yatardı, bazılarınınsa lüks, hatta sosyetik yaşantıları olurdu.

öldürürdüm, yaşatırdım. kimilerine kahraman, kimilerine suçlu derlerdi. hiç konuşmadan.

onlar sustukça konuşmalarını isterdim. kudretim vardı, konuşabilirlerdi. konuşturabilirdim. neden olmasın.
ben tanrıları değil miydim?

geceleri onları dinlerdim. ansızın yanlarına gider, konuştuklarını yakalamaya çalışırdım.

ama konuşmadılar.

aylar böyle geçti. bir taşınma faslında, plastik insanlarıma rastladım tekrar, bir dolabın bir köşesinde.
sanırım gizlenmişlerdi. çünkü onları oraya ben koymamıştım.

gülümsedim ve hitap ettim,
"tanrınızdan saklanabileceğinizi mi sanıyordunuz?"

o günden sonra hepsini masamın üzerine dizdim. bir daha kaçamadılar,
ne onlar benden, ne de ben onlardan.

ancak yıllar geçti ve
onlar hakkındaki fikirlerim değişmişti.
ne konuşabileceklerine, ne de yürüyebileceklerine inanıyordum artık. ölüydüler onlar, plastiktiler.

bir akşam, ruhumu adeta dans ettiren biriyle tanıştım. her sözü beni büyüleyen, kalbimi heyecanla dolduran biriyle.

artık onun için uyuyor, uyanıyor, konuşuyor, yaşıyordum. hissettiğime ilk kez, "canlılık" diyebilirdim.

ve bana yıllar sonra gelen bir cevaptı gözlerindeki, ruhuma işleyen gülümsemesi.

onu tanıdıktan sonra her şey mümkündü. plastik insanlarım konuşabilirler, yürüyebilirlerdi.
ama doğru bir tanrıya ihtiyaçları vardı. ve her plastik insanın,
doğru birine ihtiyacı vardı.

ertesi gün, insanlarımı başka çocuklara dağıttım. ne oldular bilmiyorum ama
umarım artık konuşuyorlardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder